Aslında bu bâbları tek tek açan yazılar yayınlayacaktım lâkin ses kaydı şeklinde bir kerede daha uygun olacağını düşündüm şerhidinlemek için aşağıdaki bağlantıyı açabilirsiniz
ŞİİR: HAKKIN ÖLÇÜSÜ – معيرة الحق “BÜTÜN BÂTIL EHLİNE REDDİYE”
-
Hakk’ın ölçüsü tâbi bulmaksa, Museyleme’de hak.
-
Çok amelse hakkın ölçüsü alınlarında secde izleri ile cehennem köpeği olanlarda hak.
-
Hakk’ın ölçüsü çokça ilim’se Allah’ın ayetler verdiği Belâm’da hak.
-
Hakkın ölçüsü arap dilini iyi bilmekse Nebî’de hak ona isyan edenlerde.
-
Munazarada ğalip gelmekse Hakk’ın ölçüsü, Nice Namuslara iftirâ eden, Muhakemde haksız ğalip gelenlerde hak.
-
Fedakarlıksa hakkın ölçüsü, şu birbiriyle savaşıpta, birbirinin kanını içenlerde hak. uğrunda zındanlarda çürünen , yan yana koğuşlarda ayrı ayrı davalar hak.
-
Hakkın ölçüsü çokluksa Şu kalabalıkta hak.
-
Hakkın ölçüsü azlıksa, her azlık hak.
-
Denizin üstünde yürümekse hak, Kendisini öldürmeyi arzu eden adamın ana babası suretinde iki şeytanı kabirlerinden dirilten deccâl’da hak.
-
İddia’lar ve Temennilerse Hakkın ölçüsü şu hak olduğunu iddia eden batıllarda hak. ya hak birden fazla , ya da batıl birin dışındakiler.
(Ebu Abdullah Ahmed bin Muhammed)
ŞAKALAŞMA’NIN KINANMASI
بسم الله الرحمن الرحيم
MİZÂHIN (ŞAKALAŞMANIN) KINANMASI :
أَنَّ الْأَحْنَفَ بْنَ قَيْسٍ رَحِمَهُ اللَّهُ كَانَ يَقُولُ: «مَنْ كَثُرَ كَلَامُهُ وَضَحِكُهُ وَمِزَاحُهُ قَلَّتْ هَيْبَتُهُ، وَمَنْ أَكْثَرَ مِنْ شَيْءٍ عُرِفَ بِهِ»
Ahnef bin Kays rahimehullâh şöyle derdi : Kim konuşmasını, gülüşünü ve şakalaşmayı çoğaltırsa heybeti azalır, kim neyi çok yaparsa onunla tanınır.
عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ الْمُنْكَدِرِ قَالَ: ” قَالَتْ لِي أُمِّي: لَا تُمَازِحِ الصِّبْيَانَ فَتَهُونُ عَلَيْهِمْ “
Muhammed bin El Munkedir rahimehullâh dedi ki : Annem bana şöyle dedi : Çocuklarla şakalaşma onların oyuncağı olursun.
إِنِّي نَحَلْتُكِ يَا كِدَامُ نَصِيحَتِي … فَاسْمَعْ لِقَوْلِ أَبٍ عَلَيْكَ شَفِيقِأَمَّا الْمُزَاحَةُ وَالْمِرَاءُ فَدَعْهُمَا … خُلُقَانِ لَا أَرْضَاهُمَا لِصَدِيقِإِنِّي بَلَوْتُهُمَا فَلَمْ أَحْمَدْهُمَا … لِمُجَاوِرٍ جَارًا وَلَا لِرَفِيقِوَالْجَهْلُ يُزْرِي بِالْفَتَى فِي قَوْمِهِ … وَعُرُوقُهُ فِي النَّاسِ أَيُّ عُرُوقِ»
Misar bin Kidâm oğluna şöyle dedi :
Ey oğlum sana armağan ediyorum nasîhatimi.
Dinle sana karşı merhametli olan babayı.
Şaka ve Tartışmaya gelince, Bırak bunları .
Doğru kimseyi razı etmeyen iki ahlâkı.
Ben tecrübe ettim, bunları asla övmem
Ne komşuluk nede arkadaşlık için.
Cehâlet yük olur gence kavmi içinde.
Soyu hangi ırktan olursa olsun insanlar içinde.
قَالَ عُمَرُ بْنُ عَبْدِ الْعَزِيزِ رَحِمَهُ اللَّهُ: «اتَّقُوا اللَّهَ، وَإِيَّايَ وَالْمُزَاحَةَ، فَإِنَّهَا تُورِثُ الضَّغِينَةَ وَتَجُرُّ الْقَبِيحَةَ
Ömer bin Abdulazîz rahimehullâh dedi ki :
Allah’tan korkun ve şakalaşmaktan sakının, Zîra şakalaşmak kin tutmaya ve kötülüklere yol açar.
(Bütün rivayetler İbn Ebî Dünyanın Kitâbu’s Samt ve Âdâbul lisân’da “Susmanın ve konuşmanin edepleri” kitabında ve diğer eserlerde geçiyor) bununla ilgili Seleften rivayetler çoktur
الحمدلله رب العالمين
EHLİ SÜNNETİN İCMÂSI “ALLAH SEMALARIN ÜZERİNDE ARŞININ ÜZERİNE İSTİVA ETMİŞTİR”
بسم الله الرحمن الرحيم
إجماع أهل العلم أنه فوق العرش استوى، ويعلم كل شيء
İshâk bin Râhuye rahimehullâh dedi ki :
İlim Ehli icmâ ettiki O (Allah) arşın üzerine istivâ etti ve herşeyi bilir.
(Hallâl , Kitâbu’s Sunne)
كنا والتابعون متوافرون نقول:ان الله عز وجل فوق عرشه
İmam El Evzâi rahimehullâh dedi ki : Biz ve Tâbiin alimleri şöyle derdik : Allah azze ve celle Arşının üzerindedir.
(Zehebi el Uluv’da , Beyhakî el esma ve’s sıfat’ta)
قُتَيْبَة بن سعيد يَقُول هَذَا قَول الْأَئِمَّة فِي الْإِسْلَام وَالسّنة وَالْجَمَاعَة نَعْرِف رَبنَا فِي السَّمَاء السَّابِعَة على عَرْشه
Kuteybe Bin Saîd rahimehullâh dedi ki :
Bu sünnet, cemaat ve islâm imamlarının sözüdür ki : Rabbimizi yedi kat semânın üzerinde Arşının üzerinde biliriz.
(Zehebi El Uluv’da)
أَدْرَكْنَا الْعُلَمَاءَ فِي جَمِيعِ الْأَمْصَارِ حِجَازًا وَعِرَاقًا وَشَامًا وَيَمَنًا فَكَانَ مِنْ مَذْهَبِهِمُ —– وَأَنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى عَرْشِهِ بَائِنٌ مِنْ خَلْقِهِ
Ebû Hâtim ve Ebû Zur’a rahimehumullâh dedilerki :
Hicaz olsun, Irak olsun, Şam olsun, Yemen olsun ve Bütün şehirlerdeki âlimlere yetiştik şunlar onların mezhebiydi: Allah azze ve celle arşının üzerinde kullarından ayrıdır.
(Hibbetullâh el Lâlakâi, Şerhu Usûli itikâdi ehli sünnet vel cemaat)
هذا مذهب أئمة العلم، وأصحاب الأثر، وأهل السنة من لدن أصحاب النَّبي -صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- إلى يومنا هذا أدركت مِن علماء أهل العراق والحجاز والشام وغيرهم والله على عرشه عز ذكره
Harb el Kirmâni rahimehullâh dedi ki :
bu İlim İmamlarının, Eser Ashabının ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından bu güne kadar ehli sünnetin mezhebidir, Ben Irak’taki, Hicazdaki, Şamdaki ve diger beldelerdeki âlimlere yetiştim bu onların mezhebidir : —— Allah -azze zikruhu- Arşının üzerindedir.
(Kitabu İcmâu’s Selef fi’l İtikâd)
وَأَجْمَعَ الْمُسْلِمُونَ مِنَ الصَّحَابَةِ وَالتَّابِعِينَ، وَجَمِيعِ أَهْلِ الْعِلْمِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى عَلَى عَرْشِهِ، فَوْقَ سَمَاوَاتِهِ بَائِنٌ مِنْ خَلْقِهِ، وَعِلْمُهُ مُحِيطٌ بِجَمِيعِ خَلْقِهِ
İbn Battâ el Ukberî rahimehullâh dedi ki :
Sahabe ve Tabiin’den olan müslümanlar, İlim ehlinden Muminler icmâ ettiler ki : Allah tebêrake ve teâla semâların üzerinde, arşının üzerinde kullarından ayrıdır İlmi ise bütün mahlûkâtını kuşatmıştır.
(el İbânetu’l Kubrâ)
Ebû Osmân es Sâbûni rahimehullâh dedi ki :
قال:ويعتقد أصحاب الحديث ويشهدون أن الله فوق سبع سمواته على عرشه
Ashabul Hadis (ehli sünnet) İtikad ve şahitlik eder ki : Allah yedi kat semâsının üzerinde Arşının üzerindedir.
(Akidetu’s selef ve Ashâbul hadis)
أن مذهب أهل الحديث أهل السنة والجماعة —- وأنه عز وجل استوى على العرش
Ebû Bekir el İsmâili rahimehullâh dedi ki :
Ehlî Hadîs’in, Ehli Sünnet ve’l Cemaatın mezhebi odur ki : O (Allâh) -azze ve celle- Arşa istivâ etmiştir.
(Kitâbu itikâdu eimmetil Hadîs)
İcmâ naklettiğim Âlimler :
-
İmâm Evzâi (rahimehullâh)
-
İmâm İshâk bin Râhuye (rahimehullâh)
-
İmâm Kuteybe bin Saîd (rahimehullâh)
-
İmâm Ebû Hâtim (rahimehullâh)
-
İmâm Ebû Zur’a (rahimehullâh)
-
İmâm İbn Battâ (rahimehullâh)
-
Ebû Osmân es-Sâbûni (rahimehullâh)
-
Ebû Bekir el İsmâili (rahimehullâh)
Hâ kezâ ehli sünnetin “Allah’ın yedi kat semaların üzerinde Arşının üzerinde olduğu” hususunda icmâsını gerek Ehli Sünnet’ten gerekse de Ehli sünnetin Muhâlifleri nakletmiştir, Misâlen :
Zekeriya es Sâci, Ebû Ömer et Talemenki, Ebû’n Nasr es Siczî, Hâfız Ebû Nuaym, İbn Abdilberr, Dârimi, İbn Huzeyme, Zehebi (Allahu alem Ebul Hasen’de)
الحمدلله رب العالمين
Ebû Abdullâh Ahmed bin Muhammed
ALLÂH SEMÂDADIR “FUKÂHA’NIN SÖZLERİ” MUHTASAR
بسم الله الرحمن الرحيم
اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ فِي السَّمَاءِ , وَعِلْمُهُ فِي كُلِّ مَكَانٍ , لَا يَخْلُو مِنْ عَلِمِهِ مَكَانٌ»
İmâm Mâlik rahimehullâh dedi ki : Allah azze ve celle semâdadır, ilmi ise her yerdedir onun ilminin kuşatmadığı hiç bir yer yoktur.
(Âcurri Şerîa’da / İbn Batta el İbânetu’l Kübra’da/ Abdullah bin Ahmed Sunne’de/ Zehebi Uluv’da/ İbn Abdilberr et Temhîd’de / Ebû Dâvud es Sicistâni Mesâil’de/ Abdulğani el Makdisi El İktisâd fil İtikâd’da)
وَأَن الله على عَرْشه فِي سمائه
Şafii rahimehullâh şöyle demiştir:
Allah semâsında ve arşının üzerindedir.
(Zehebi, Uluv’da/ İbn Kayyım İctimâul Cuyûş’da/ İbn Kudame Sıfatul Uluvv’da/ İbn Teymiyye, Fetêvâ’da senediyle rivayet etmişlerdir)
Hâ Kezâ İmam Ahmed bin Hanbel’den de Oğlu Abdullah, Ebû Davud, Hallâl, Kirmâni, Taberi, Zehebi ve benzerleri Allah’ın semada olduğunu nakletmiştir.
Zikrettiğim bu alimlerden hem talebeleri/ashâbı, hem sonraki ehli sünnet alimleri hemde muhalifleri bunları nakletmiştir ve böyle inandıkları onlardan sâbit olmuştur.
Kezâ Numan Bin Sâbit Ebû Hanîfe’nin de böyle söylediği sabit olmuştur.
SÛFİLERE REDDİYE “BAĞIRIP, ÇAĞIRMAK VE HADDİ AŞMAK”
KURAN TİLÂVETİ YADA VAAZ ESNASINDA BAĞIRIP ÇAĞIRAN, RAKS (DANS) EDEN, GÖĞÜSLERİ YUMRUKLAYAN BÖYLECE AŞIRIYA GİDİP YALANCI BİR İMAN VE TAKVA GÖSTERİŞİ YAPIP ŞEYTANIN VESVESELERİNE VE YOLUNA UYAN SOFİLERE, HARİCİLERE, ŞİA’YA, RUHBANLARA VE BİDAT EHLİNE REDDİYE :
بسم الله الرحمن الرحيم
أَنَّهُ حَذَّرَهُمُ الْبِدَعَ وَأَعْلَمَهُمْ أَنَّهَا ضَلَالَةٌ، فَكُلُّ مَنْ عَمِلَ عَمَلًا أَوْ تَكَلَّمُ بِكَلَامٍ لَا يُوَافِقُ كِتَابَ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ، وَلَا سَنَةَ رَسُولِهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَسُنَّةَ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ، وَقَوْلَ صَحَابَتِهِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ فَهُوَ بِدْعَةٌ، وَهُوَ ضَلَالَةٌ، وَهُوَ مَرْدُودٌ عَلَى قَائِلِهِ أَوْ فَاعِلِهِ، وَمِنْهَا أَنْ عِرْبَاضَ بْنَ سَارِيَةَ قَالَ: «وَعَظَنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَوْعِظَةً بَلِيغَةً ذَرَفَتْ مِنْهَا الْعُيُونُ، وَوَجِلَتْ مِنْهَا الْقُلُوبُ» قَالَ مُحَمَّدُ بْنُ الْحُسَيْنِ: فَمَيِّزُوا هَذَا الْكَلَامَ، لَمْ يَقُلْ: صَرَخْنَا مِنْ مَوْعِظَةٍ، وَلَا زَعَقْنَا، وَلَا طَرَقْنَا عَلَى رُءُوسِنَا، وَلَا ضَرَبْنَا عَلَى صُدُورِنَا، وَلَا زَفَنَّا، وَلَا رَقَصْنَا كَمَا فَعَلَ كَثِيرٌ مِنَ الْجُهَّالِ، يَصْرُخُونَ عِنْدَ الْمَوَاعِظِ وَيَزْعَقُونَ، وَيَنْغَاشُونَ، وَهَذَا كُلُّهُ مِنَ الشَّيْطَانِ يَلْعَبُ بِهِمْ، وَهَذَا كُلُّهُ بِدْعَةٌ وَضَلَالَةٌ، يُقَالُ لِمَنْ فَعَلَ هَذَا: اعْلَمْ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَصْدَقُ النَّاسِ مَوْعِظَةً، وَأَنْصَحُ النَّاسِ لِأُمَّتِهِ، وَأَرَقُّ النَّاسِ قَلْبًا، وَأَصْحَابُهُ أَرَقُّ النَّاسِ قُلُوبًا، وَخَيْرُ النَّاسِ مِمَّنْ جَاءَ بَعْدَهُمْ، وَلَا يَشُكُّ فِي هَذَا عَاقِلٌ، مَا صَرَخُوا عِنْدَ مَوْعِظَتِهِ، وَلَا زَعَقُوا، وَلَا رَقَصُوا، ⦗٩٨⦘ وَلَا زَفَنُوا، وَلَوْ كَانَ هَذَا صَحِيحًا لَكَانُوا أَحَقَّ النَّاسِ بِهَذَا أَنْ يَفْعَلُوهُ بَيْنَ يَدَيْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَلَكِنَّهُ بِدْعَةٌ وَبَاطِلٌ وَمُنْكَرٌ،
İmâm el Âcurri rahimehullâh “Kitâbu’l Erbaîne Hadis’de” şöyle demiştir:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ümmetini bidatlerden sakındırmıştır, ve onlara bidatlerin sapıklık olduğunu öğretmiştir. Allah azze ve cellenin kitâbına, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine, Râşid halifelerin sünnetine yada Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına uymayan her amel ve söylenen her söz sapıklıktır ve sözü söyleyene, yada ameli yapana iade edilecektir (yani Allah katında reddedilecektir) İrbâd bin Sâriye (radıyallahu anh) hadisinde olduğu gibi : İrbâd bin Sâriye radıyallahu anh şöyle demiştir: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize (Sahabelere) etkileyici bir vaaz verdi öyleki vaazın etkisinden gözler yaşardı ve kalpler ürperdi. Bu sözü iyi anlayın! Cahillerin çoğunun yaptığı gibi Biz Vaazın etkisinden bağırdık, çığlık attık, başlarımıza vurduk, göğüslerimize vurduk, kendimizi sağa sola attık yada dans ettik demiyor. O Cahiller vaaz esnasında bağırıyorlar, çığlık atıyorlar ve düzenbazlık yapıyorlar. Bunların hepsi şeytandandır şeytan bunları kullanarak onlarla oynuyor. Bunlar Bidat ve Sapıklıktır. Böyle yapana denilir ki: Bilki Nebî sallallahu aleyhi ve sellem vaazında en doğru sözlü olandır ve ümmetine en nasihat edendir (en etkileyici ve en çok onların hayrını isteyen) ve insanların içinde kalbi en yumuşak olandır. Ashabıda Onlardan sonra gelenlerin içinde en Yumuşak kalplileri ve en hayırlılarıdır. Akıl sahibi hiç kimse bundan şüphe etmez. Onlar böyle olmalarına rağmen Vaaz esnasında bağırıp çagırmadılar ve hoplayıp zıplamadılar. Eğer bu doğru bir amel olsaydı Sahabeler Resulullahın sallallahu aleyhi ve sellemin vaazı esnasında bağırıp çağırmaya, raks etmeye insanların en layık olanlarıydılar, Ancak bu Bidat, Batıl ve Münkerdir.
حَدَّثَنَا ابْنُ نُمَيْرٍ، عَنْ جُوَيْبِرٍ، عَنِ الضَّحَّاكِ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ، أَنَّهُ بَلَغَهُ: أَنَّ قَوْمًا يَذْكُرُونَ اللَّهَ قِيَامًا فَأَتَاهُمْ، فَقَالَ: مَا هَذِهِ الذِّكْرَى؟ قَالُوا: سَمِعْنَا اللَّهَ يَقُولُ: {يَذْكُرُونَ اللَّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِهِمْ} [آل عمران: ١٩١]، فَقَالَ: «إِنَّمَا هَذَا إِذَا لَمْ يَسْتَطِعِ الرَّجُلُ أَنْ يُصَلِّيَ قَائِمًا صَلَّى قَاعِدًا
Abdullah (bin Mesud) radıyallahu anh bir topluluğun ayakta zikir yaptığını öğrendi onlara geldi ve dedi ki : Bu zikirde nedir ? dediler ki : Biz Allah’ın şu ayetini işittik : Onlar Allah’ı ayakta, otururken ve yanları üzere uzanırken zikrederler (Ali İmran 191) İbn Mesud radıyallahu anh dedi ki : bu ayet Ayakta namaz kılmaya güç yetiremeyenin, oturarak kılması hakkındadır.
(İbn Ebî Şeybe, Musannef)
عَنْ عَامِرِ بْنِ عَبْدِ اللهِ بْنِ الزُّبَيْرِ، قَالَ: ” جِئْتُ أَبِي فَقَالَ: أَيْنَ كُنْتَ؟ فَقُلْتُ: وَجَدْتُ أَقْوَامًا مَا رَأَيْتُ خَيْرًا مِنْهُمْ، يَذْكُرُونَ اللهَ تَعَالَى فَيَرْعَدُ أَحَدُهُمْ حَتَّى يُغْشَى عَلَيْهِ مِنْ خَشْيَةِ اللهِ تَعَالَى، فَقَعَدْتُ مَعَهُمْ، قَالَ: لَا تَقْعُدْ مَعَهُمْ بَعْدَهَا، فَرَأَى كَأَنَّهُ لَمْ يَأْخُذْ ذَلِكَ فِيَّ، فَقَالَ: رَأَيْتُ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَتْلُو الْقُرْآنَ، وَرَأَيْتُ أَبَا بَكْرٍ وَعُمَرَ ⦗١٦٨⦘ يَتْلُوَانِ الْقُرْآنَ فَلَا يصِيبُهُمْ هَذَا، أَفَتَرَاهُمْ أَخْشَعَ لِلَّهِ تَعَالَى مِنْ أَبِي بَكْرٍ، وَعُمَرَ، فَرَأَيْتُ أَنَّ ذَلِكَ كَذَلِكَ، فَتَرَكْتُهُمْ
Âmir bin Abdullah bin Zübeyr dedi ki : Babamın yanına geldim bana dedi ki : Neredeydin ? dedim ki : Hayırlı bir topluluk gördüm Allah’ı zikrediyorlardı, içlerinden birisi Allah’a olan saygısından bayılana kadar, titredi (bağırıp çağırdı) bende onlarla oturdum. Babam (radıyallahu anh) dedi ki : Bundan sonra onlarla oturma , Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemi Kur’an okurken gördüm aynı şekilde Ebû Bekir ve Ömeride Kur’an okurken gördüm onlar böyle yapmıyorlardı senin o gördüklerin Ebu Bekir ve Ömer’den daha mı Allah’a karşı huşu içindeler!. Sonra ben onları aynı şekilde yine gördüm ve onları terk ettim.
(Hılyetul Evliyâ)
عَنْ مَعْمَرٍ , قَالَ: تَلَا قَتَادَةُ {تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ , ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ} [الزمر: ٢٣] قَالَ: «هَذَا نَعْتُ أَوْلِيَاءِ اللَّهِ نَعَتَهُمُ اللَّهُ أَنْ تَقْشَعِرَّ جُلُودُهُمْ , وَتَبْكِي أَعْيُنُهُمْ , وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُهُمْ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ , وَلَمْ يَنْعَتْهُمْ بِذَهَابِ عُقُولِهِمْ , وَالْغَشَيَانِ عَلَيْهِمْ , وَإِنَّمَا هَذَا فِي أَهْلِ الْبِدَعِ وَهَذَا مِنَ الشَّيْطَانِ»
Katade rahimehullâh “Rablerinden korkarak derileri ürperir sonra Allah’ın zikriyle kalpleri yatışır (Zümer süresi) ” ayetini okudu ve dedi ki :
Bu Allah dostlarının vasıflarıdır, Allah onları derilerinin ürpermesi, gözlerinin yaşarması ve kalplerinin Mutmain olmasıyla vasfetmiştir. Onları çığlık atıp, şuurlarının gitmesiyle, bayılmaları ile vasfetmemiştir bu Bidat Ehlinin işidir ve şeytandandır.
(Abdurrezzak ve Said bin Mensur tefsirlerinde)
___________________________________________
Selefi Salihin’den Bu naklettiklerim ve bunun gibi rivayetler çoktur, “Allah onlara ve bize merhamet etsin” onlar Allah’ın zikri esnasında Cildleri ürperir, Gözleri yaşarır ve Kalpleri yumuşardı.
Sûfiler, Hariciler, Şia’lar ve Ruhbanlar ise Zikir ve Meviza esnasında bağırıp, çağırır, raks edip, bayılırlar bunları Bidat ve Sapıklıktır.
Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma, bize tarafından bir rahmet bağışla. Hiç kuşku yok, lütfu bol olan yalnız sensin.
الحمدلله رب العالمين
Ebû Abdullah Ahmed bin Muhammed.
ŞAHSÎ GÖRÜŞDEN SAKINDIRMA 1 “KUR’ÂN”
بسم الله الرحمن الرحيم
Ebû Ubeyd Kasım bin Sellâm (رحمه الله) “Fedâilul Kuran” kitabının ” Kur’an’ı şahsî görüş ile Tefsîr etme, bunun kerih görülmesi ve bu konudaki sakındırmalar bâbın da şöyle rivayet etmiştir: “
أَنَّ أَبَا بَكْرٍ الصِّدِّيقَ، سُئِلَ عَنْ قَوْلِهِ: {وَفَاكِهَةٌ وَأَبًّا} [عبس: ٣١] فَقَالَ: أَيُّ سَمَاءٍ تُظِلُّنِي، أَوْ أَيُّ أَرْضٍ تُقِلُّنِي إِنْ أَنَا قُلْتُ فِي كِتَابِ اللَّهِ مَا لَا أَعْلَمُ؟
Ebû Bekir es Sıddık radıyallahu anh’a abese süresinden bir ayet hakkında soruldu dedi ki :
Allah’ın kitabı hakkında bilmediğim birşeyi söylersem hangi semâ beni gölgelendirir , hangi arz beni taşır.
أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ، قَرَأَ عَلَى الْمِنْبَرِ {وَفَاكِهَةٌ وَأَبًّا} [عبس: ٣١] فَقَالَ: هَذِهِ الْفَاكِهَةُ قَدْ عَرَفْنَاهَا، فَمَا الْأَبُّ؟ ثُمَّ رَجَعَ إِلَى نَفْسِهِ فَقَالَ: إِنَّ هَذَا لَهُوَ التَّكَلُّفُ يَا عُمَرُ
Ömer bin Hattâb radıyallahu anh minberin üstünde iken “fâkihetun ve ebbe” ayetini okudu ve dedi ki : Biz bu Fâkihe’yi öğrendik peki ya Ebbe nedir ? sonra nefsine döndü ve dedi ki : Bu (bilmediğin şeyi söylemek) senin kendini bir (âhirette hesap) yükünün altına sokmandır ey Ömer!.
سَأَلَ رَجُلٌ ابْنَ عَبَّاسٍ عَنْ {يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ أَلْفَ سَنَةٍ} [السجدة: ٥] ؟ فَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ: فَمَا {يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ} [المعارج: ٤] ؟ قَالَ الرَّجُلُ: إِنَّمَا سَأَلْتُكَ لَتُحَدِّثَنِّي. فَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ: «هُمَا يَوْمَانِ ذَكَرَهُمَا اللَّهُ فِي كِتَابِهِ، اللَّهُ أَعْلَمُ بِهِمَا» . فَكَرِهَ أَنْ يَقُولَ فِي كِتَابِ اللَّهِ مَا لَا يَعْلَمُ
Bir Adam İbn Abbas’a sordu “Mikdârı bin sene olan bir günde” ayetini sordu İbn Abbâs radıyallahu anh’da ona” Mikdârı Elli bin sene olan bir günde” ayetini sordu. Adam dedi ki : Ben sana bana anlatasın diye soruyorum! (sende bana mı soruyorsun) İbn Abbâs radıyallahu anh dedi ki : Bunlar iki Ayrı gündür Allah onları kitabında zikretti manalarını Allah bilir. Böyle diyerek Allah’ın kitabı hakkında bilmediği birşeyi söylemeyi kerih gördü.
قَالَ رَجُلٌ لِسَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ: أَمَا رَأَيْتَ ابْنَ عَبَّاسٍ حِينَ سُئِلَ عَنْ هَذِهِ الْآيَةِ {وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ النِّسَاءِ إِلَّا مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ} [النساء: ٢٤] فَلَمْ يَقُلْ فِيهَا شَيْئًا، فَقَالَ سَعِيدٌ: كَانَ لَا يَعْلَمُهَا
Bir adam Said bin Cubeyre dedi ki : İbn Abbası gördün mü ona bir ayet hakkında soru soruldu ve o ayet hakkında hiçbir şey demedi : Said dedi ki : O onu bilmiyordu.
عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيِّبِ، ⦗٣٧٧⦘ أَنَّهُ كَانَ إِذَا سُئِلَ عَنْ شَيْءٍ مِنَ الْقُرْآنِ قَالَ: أَنَا لَا أَقُولُ فِي الْقُرْآنِ شَيْئًا
Said bin El Museyyibe Kur’andan bir ayet hakkında soruldu zaman derdi ki : Ben Kur’an hakkında hiçbir şey demiyorum.
Not İbnul Museyyib radıyallahu anh başka bir sefer de : Bana Kur’an ayetleri hakkında sormayın demiştir.
عَنِ ابْنِ سِيرِينَ، قَالَ: سَأَلْتُ عَبِيدَةَ عَنْ شَيْءٍ مِنَ الْقُرْآنِ فَقَالَ: اتَّقِ اللَّهَ، وَعَلَيْكَ بِالسَّدَادِ، فَقَدْ ذَهَبَ الَّذِينَ يَعْلَمُونَ فِيمَ أُنْزِلَ الْقُرْآنُ
İbni Sîrîn dedi ki : Abîde’ye bir ayet hakkında sordum dedi ki : Allah’tan kork ve doğruluk üzere ol şüphesiz ki ayetlerin hangi olay hakkında indiğini bilenler gittiler (öldüler)
__________________________________________
Bu konuda rivayetler çoktur Kur’an tefsiri yapan Mücahid, Katade, Şabi yada diğer alimlerden ancak Sahabeden yada Nebî Sallallahu aleyhi ve sellemden isittiklerini söyledikleri nakledilmiştir.
Bunâ binâen Kur’an kerim Hakkında Şahsi görüşlerini göre tefsir, Tevil yapıp istidlal yapanlar büyük bir sapkınlık içindedirler.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem böylesi kimseler hakkında Hasen Sahih bir hadiste şöyle buyurmuştur:
فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ
Ateşte ki yerini hazırlasın.
(Tirmizi)
الحمد لله رب العالمين
İMÂM (HALÎFE) OLMADAN CUMA NAMAZI KILINIRMI?
باب صلاة الجمعة بغير أمير
Emîr (Halîfe) olmadan cuma namazı bâbı :
İbnu’l Munzir رحمه الله dedi ki :
مضت السنة بأن الذي يقيم الجمعة هو السلطان، أو من قام بها بأمره
Geçmişten beri sünnet olan cuma namazını Sultan’ın (Halîfenin) ikâme etmesi, yada onun tayin ettiği birinin ikâme etmesidir.
واختلفوا في الجمعة تحضر وليس معهم أمير
İlim ehli cuma emîr (halîfe) olmadan cuma namazının kılınıp kılınmayacağında ihtilaf etti :
فقال الأوزاعي، وأصحاب الرأي: يصلون ظهراً أربعاً.
İmam Evzâi ve Rey Ashâbı dedi ki : İnsanlar öğlenin dört rekatını kılarlar.
وقال الحسن: أربع إلى السلطان فذكر الجمعة
Hasan (el Basrî) dedi ki : Cuma gününü imâ ederek Sultan (halife gelinceye) kadar Dört rekât (öğle namazı) kılarlar.
وقال حبيب بن أبي ثابت: لا تكون جمعة إلا بأمير وخطبة.
Habîb bin Ebî Sâbit dedi ki : Emîr (Halife) ve Hutbe olmadan Cuma namazı olmaz.
وقالت طائفة: يصلى بهم بعضهم ويجزيهم، هذا قول مالك، والشافعي، وأحمد، وإسحاق، وأبي ثور.
Bir Tâife de dedi ki : Onlardan (o kavimden) bazıları cuma namazı kılar bu onlara (o kavme) yeter, bu Mâlik, Şafii, Ahmed, İshâk ve Ebû Sevrin kavlidir.
(Kitâbu’l İşrâf ale Mezêhib el Ulemâ)
Özetle: Halife olmadan Cuma namazı kılınması ulema arasında ihtilaflıdır kimisi bazılarının kılması yeterli demiştir, kimisi kılınmaz demiştir, kimisi sadece öğle namazı kılınır demiştir. asl olan halifenin veya halifenin tayin ettiği birinin bu namazı kıldırmasıdır.
İMÂM EBÛ HÂTİM VE EBÛ ZUR’A’DAN EHLİ SÜNNET ALİMLERİNİN AKÎDESİ
بسم الله الرحمان الرحيم
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla :
اعْتِقَادُ أَبِي زُرْعَةَ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ الْكَرِيمِ , وَأَبِي حَاتِمٍ مُحَمَّدِ بْنِ إِدْرِيسَ بْنِ الْمُنْذِرِ الرَّازِيَّيْنِ، وَجَمَاعَةٍ مِنَ السَّلَفِ مِمَّنْ نَقَلَ عَنْهُمْ رَحِمَهُمُ اللَّهُ
Ebû zur’a Ubeydullah bin Abdulkerîm er Râzi¹, Ebî Hâtim Muhammed bin İdrîs bin el Munzîr er Râzî ² ve Selef’den³ (İlim ehlinden bir) Cemaatın akîdesi (Allah onlara merhamet Etsin)
İmâm el Lâlakâi rahimehullâh ‘Şerhu usûli itikâdi ehli sünneti ve’l Cemaat’ kitâbında dedi ki :
أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُظَفَّرِ الْمُقْرِئُ , قَالَ: حَدَّثَنَا الْحُسَيْنُ بْنُ ⦗١٩٨⦘ مُحَمَّدِ بْنِ حَبَشٍ الْمُقْرِئُ , قَالَ: حَدَّثَنَا أَبُو مُحَمَّدٍ عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ أَبِي حَاتِمٍ , قَالَ: سَأَلْتُ أَبِي وَأَبَا زُرْعَةَ عَنْ مَذَاهِبِ أَهْلِ السُّنَّةِ فِي أُصُولِ الدِّينِ , وَمَا أَدْرَكَا عَلَيْهِ الْعُلَمَاءَ فِي جَمِيعِ الْأَمْصَارِ , وَمَا يَعْتَقِدَانِ مِنْ ذَلِكَ , فَقَالَا
Bize Muhammed bin el Muzaffer el Mukrî haber verdi dedi ki : Bize El Huseyn bin Muhammed bin Habeş el Mukrî tahdîs etti dedi ki : Bize Ebû Muhammed Abdûrrahmân bin Ebî Hâtim⁴ tahdîs etti dedi ki : Babama ve Ebû Zur’a ya : Ehli sünnetin dinin Asıllari hakkındaki mezhebini , bu konuda bütün şehirlerdeki âlimleri hangi görüş üzere bulduklarını ve bu konuda neye itikad ettiklerini sordum. Dediler ki :
أَدْرَكْنَا الْعُلَمَاءَ فِي جَمِيعِ الْأَمْصَارِ حِجَازًا وَعِرَاقًا وَشَامًا وَيَمَنًا فَكَانَ مِنْ مَذْهَبِهِمُ
Hicazdaki, Irak’taki, Şamdaki, Yemendeki ve bütün şehirlerdeki âlimlere yetiştik şunlar onların mezhebiydi :
الْإِيمَانُ قَوْلٌ وَعَمَلٌ , يَزِيدُ وَيَنْقُصُ
1. İman söz ve ameldir, artar ve azalır.
وَالْقُرْآنُ كَلَامُ اللَّهِ غَيْرُ مَخْلُوقٍ بِجَمِيعِ جِهَاتِهِ
2. Kuran her yönü ile Allah’ın kelâmıdır , Mahluk( yaratılmış) değildir.
وَالْقَدَرُ خَيْرُهُ وَشَرُّهُ مِنَ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ
3. Kader Hayri ve şerri ile Allah azze ve celleden’dir.
وَخَيْرُ هَذِهِ الْأُمَّةِ بَعْدَ نَبِيِّهَا عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ أَبُو بَكْرٍ الصِّدِّيقُ , ثُمَّ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ , ثُمَّ عُثْمَانُ بْنُ عَفَّانَ , ثُمَّ عَلِيُّ بْنُ أَبِي طَالِبٍ عَلَيْهِمُ السَّلَامُ , وَهُمُ الْخُلَفَاءُ الرَّاشِدُونَ الْمَهْدِيُّونَ
4. Bu ümmetin Nebîsinden sallallahu aleyhi ve sellem sonra en hayırlısı Ebû Bekir es Sıddîk, Sonra Ömer bin el Hattâb, Sonra Osmân bin Affan, Sonra Alî bin Ebî Tâliptir. Allah’ın selamı onların üzerine olsun Onlar Hidayete erdirilmiş râsid halîfelerdir.
وَأَنَّ الْعَشَرَةَ الَّذِينَ سَمَّاهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَشَهِدَ لَهُمْ بِالْجَنَّةِ عَلَى مَا شَهِدَ بِهِ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَقَوْلُهُ الْحَقُّ
5. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in cennetlik olarak isimlendirdiği ve cennetlik olduklarına şahitlik ettiği on kişi⁵ Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şahitlik ettiği üzere cennetedir ve onun sözü haktır.
وَالتَّرَحُّمُ عَلَى جَمِيعِ أَصْحَابِ مُحَمَّدٍ وَالْكَفُّ عَمَّا شَجَرَ بَيْنَهُمْ
6. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına Allah’tan rahmet dileriz ve aralarında çıkan sorunlar hakkında dilimizi tutariz (el çekeriz).
وَأَنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى عَرْشِهِ بَائِنٌ مِنْ خَلْقِهِ كَمَا وَصَفَ نَفْسَهُ فِي كِتَابِهِ , وَعَلَى لِسَانِ رَسُولِهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِلَا كَيْفٍ , أَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا , {لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ} [الشورى: ١١] .
7. Allah azze ve celle Kendini kitabında ve Nebîsinin sallallahu aleyhi ve sellem diliyle vasfettiği üzere keyfiyetsiz olarak Arşının üzerinde, kullarından ayrıdır. Ve onun ilmi herşeyi kuşatmıştır. “Onun misli hiçbir şey yoktur ve o İşiten ve Görendir” (Şûrâ süresi 11. Ayet)
وَأَنَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى يُرَى فِي الْآخِرَةِ , يَرَاهُ أَهْلُ الْجَنَّةِ بِأَبْصَارِهِمْ ⦗١٩٩⦘ وَيَسْمَعُونَ كَلَامَهُ كَيْفَ شَاءَ وَكَمَا شَاءَ.
8. Allah tebêrake ve teâla ahirette görülecek, Cennet ehli onu görecek ve kelâmını nasıl isterse onun istediği Gibi işiteceklerdir.
وَالْجَنَّةُ حَقٌّ وَالنَّارُ حَقٌّ وَهُمَا مَخْلُوقَانِ لَا يَفْنَيَانِ أَبَدًا , وَالْجَنَّةُ ثَوَابٌ لِأَوْلِيَائِهِ , وَالنَّارُ عِقَابٌ لِأَهْلِ مَعْصِيَتِهِ إِلَّا مَنْ رَحِمَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ
9. Cennet ve Cehennem haktır, onlar yaratılmıştır ve ebeden son bulmayacaklardır cennet Allah dostlarının mukâfatıdır, Cehennemde masiyet ehlinin cezasıdır ancak Allah’ın merhamet ettiği müstesna.
وَالصِّرَاطُ حَقٌّ
10. Sırat haktır.
وَالْمِيزَانُ حَقٌّ
11. Mîzan haktır.
لهُ كِفَّتَانِ , تُوزَنُ فِيهِ أَعْمَالُ الْعِبَادِ حَسَنُهَا وَسَيِّئُهَا حَقٌّ
12. Mizanda kulların amellerinin , iyiliklerinin ve kötülüklerin tartılacağı iki kefe haktır.
وَالْحَوْضُ الْمُكْرَمُ بِهِ نَبِيُّنَا حَقٌّ
13. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e ikram edilen Havz Haktır.
وَالشَّفَاعَةُ حَقٌّ
14. Şefaat haktır.
وَالْبَعْثُ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ حَقٌّ
15. Ölümden sonra diriliş haktır.
وَأَهْلُ الْكَبَائِرِ فِي مَشِيئَةِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ
16. Büyük günah işleyenler Allah’ın dilemesine kalmıştır (dilerse onları bağışlar, dilerse azâb eder)
وَلَا نُكَفِّرُ أَهْلَ الْقِبْلَةِ بِذُنُوبِهِمْ , وَنَكِلُ أَسْرَارَهُمْ إِلَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ.
17. Ehli Kıbleyi günahları sebebiyle tekfir etmeyiz ve onların gizli hallerini Allah azze ve celleye havâle ederiz.
وَنُقِيمُ فَرْضَ الْجِهَادِ وَالْحَجِّ مَعَ أَئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ فِي كُلِّ دَهْرٍ وَزَمَانٍ
18. Farz olan cihadı ve Haccı her zamanda müslümanların imâmları (yöneticileri) ile İkâme ederiz.
وَلَا نَرَى الْخُرُوجَ عَلَى الْأَئِمَّةِ وَلَا الْقِتَالَ فِي الْفِتْنَةِ , وَنَسْمَعُ وَنُطِيعُ لِمَنْ وَلَّاهُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ أَمْرَنَا وَلَا نَنْزِعُ يَدًا مِنْ طَاعَةٍ , وَنَتَّبِعُ السُّنَّةَ وَالْجَمَاعَةَ , وَنَجْتَنِبُ الشُّذُوذَ وَالْخِلَافَ وَالْفُرْقَةَ. وَأَنَّ الْجِهَادَ مَاضٍ مُنْذُ بَعَثَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ نَبِيَّهُ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامِ إِلَى قِيَامِ السَّاعَةِ مَعَ أُولِي الْأَمْرِ مِنْ أَئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ لَا يُبْطِلُهُ شَيْءٌ. وَالْحَجُّ كَذَلِكَ , وَدَفْعُ الصَّدَقَاتِ مِنَ السَّوَائِمِ إِلَى أُولِي الْأَمْرِ مِنْ أَئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ
19. İmamlara (yöneticilere) karşı ayaklanma, savaşma yada fitne çıkarma görüşünde değiliz. Allah’ın müslümanların işlerinin başına geçirdiği yöneticiye dinler ve ona itaat ederiz, ona itaatten el çekmeyiz, sünnete ve cemaate ittibâ ederiz. Şâz görüşlerden, muhalefetten ve fırkalşmaktan uzak dururuz. Cihad Allah’ın Nebî sallallahu aleyhi ve sellemi gönderdiği andan kıyamet gününe kadar müslümanların emiri ile geçerlidir hiç birşey onu geçersiz kılmaz, Hac’da böyledir. Zekat hayvanları müslümanların yöneticilerine verilir.
وَالنَّاسُ مُؤَمَّنُونَ فِي أَحْكَامِهِمْ وَمَوَارِيثِهِمْ , وَلَا نَدْرِي مَا هُمْ عِنْدَ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ
20. İnsanlar kendilerine uygulanacak hükümler ve pay edilecek miraslar hususunda mümindirler, Onların Allah azze ve celle katındaki durumlarını bilmeyiz.
فَمَنْ قَالَ: إِنَّهُ مُؤْمِنٌ حَقًّا فَهُوَ مُبْتَدِعٌ
21. Kim hakîkaten mümin olduğunu sölerse mubtedi’dir (Bidat ehlindendir).
وَمَنْ قَالَ: هُوَ مُؤْمِنٌ عِنْدَ اللَّهِ فَهُوَ مِنَ الْكَاذِبِينَ
22. Kim Allah katında mümin olduğunu söylerse o yalancıdır.
وَمَنْ قَالَ: هُوَ مُؤْمِنٌ بِاللَّهِ حَقًّا فَهُوَ مُصِيبٌ
23. Kim hakîkaten Allah’a iman ettiğini söylerse o isabet etmiştir.
وَالْمُرْجِئَةُ وَالْمُبْتَدِعَةُ ضُلَّالٌ
24. Mürcie bidatçi sapıklardır.
وَالْقَدَرِيَّةُ الْمُبْتَدِعَةُ ضُلَّالٌ
25. Kadriyye bidatçi sapıklardır.
فَمَنْ أَنْكَرَ مِنْهُمْ أَنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ لَا يَعْلَمُ مَا لَمْ يَكُنْ قَبْلَ أَنْ يَكُونَ فَهُوَ كَافِرٌ.
26. Kaderiyeden Allah birşeyi olmadan önce bilmez diyenler kâfirlerdir.
وَأَنَّ الْجَهْمِيَّةَ كُفَّارٌ
27. Cehmiyye kâfirlerdir.
وَأَنَّ الرَّافِضَةَ رَفَضُوا الْإِسْلَامَ
28. Râfızîler islâmı reddetmişlerdir.
وَالْخَوَارِجَ مُرَّاقٌ
29. Hariciler (okun yaydan çıktığı gibi dinden) çıkmışlardır.
وَمَنْ زَعَمَ أَنَّ الْقُرْآنَ مَخْلُوقٌ فَهُوَ كَافِرٌ بِاللَّهِ الْعَظِيمِ كُفْرًا يَنْقُلُ عَنِ الْمِلَّةِ. وَمَنْ شَكَّ فِي كُفْرِهِ مِمَّنْ يَفْهَمُ فَهُوَ كَافِرٌ.
30. Kim Kur’an’ın mahluk olduğunu söylerse dinden çıkaran bir küfür ile azîm olan Allah’a kâfir olmuştur. Konuyu anlayanlardan kim onun küfründe şüphe ederse o da kâfirdir.
وَمَنْ شَكَّ فِي كَلَامِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ فَوَقَفَ شَاكًّا فِيهِ يَقُولُ: لَا أَدْرِي مَخْلُوقٌ أَوْ غَيْرُ مَخْلُوقٍ فَهُوَ جَهْمِيٌّ
31. Kim Allah’ın kelamı hakkında şüphe edip duraksarsa ve bilmiyorum o mahlukmudur degilmidir derse o cehmîdir.
وَمَنْ وَقَفَ فِي الْقُرْآنِ جَاهِلًا عُلِّمَ وَبُدِّعَ وَلَمْ يُكَفَّرْ.
32. Kim Kur’an’ hakkında cehaleti sebebiyle duraksarsa ona öğretilir bidatçi olduğu söylenir ama tekfir edilmez.
وَمَنْ قَالَ: لَفْظِي بِالْقُرْآنِ مَخْلُوقٌ فَهُوَ جَهْمِيٌّ أَوِ الْقُرْآنُ بِلَفْظِي مَخْلُوقٌ فَهُوَ جَهْمِيٌّ.
33. Kim Kur’an’ın lafız olarak mahuktur yada kuran benim telâfuzumla mahuktur derse o cehmîdir.
قَالَ أَبُو مُحَمَّدٍ: وَسَمِعْتُ أَبِي يَقُولُ: ” وَعَلَامَةُ أَهْلِ الْبِدَعِ الْوَقِيعَةُ فِي أَهْلِ الْأَثَرِ
Ebû Muhammed ⁶ dediki : Babamı ⁷ şöyle derken işittim: Bidat ehlinin Alâmeti eser ehline⁸ tân etmeleridir.
وَعَلَامَةُ الزَّنَادِقَةِ تَسْمِيَتُهُمْ أَهْلَ السُّنَّةِ حَشْوِيَّةً يُرِيدُونَ إِبْطَالَ الْآثَارِ.
Zındıkların alâmeti ehli sünneti haşviyye olarak isimlendirmeleridir eserleri iptal etmeyi murâd ediyorlar.
وَعَلَامَةُ الْجَهْمِيَّةِ تَسْمِيَتُهُمْ أَهْلَ السُّنَّةِ مُشَبِّهَةً
Cehmiyyenin alâmeti ehli sünneti müşebbihe olarak isimlendirmeleridir.
وَعَلَامَةُ الْقَدَرِيَّةِ تَسْمِيَتُهُمْ أَهْلَ الْأَثَرِ مُجَبِّرَةً
Kaderiyyenin alâmeti ehli eseri mucebbira (cebriye) diye isimlendirmeleridir.
الْمُرْجِئَةِ تَسْمِيَتُهُمْ أَهْلَ السُّنَّةِ مُخَالِفَةً وَنُقْصَانِيَّةً.
Mürcieye ehli sünneti muhâlife nuksâniyye diye isimlendirir.
وَعَلَامَةُ الرَّافِضَةِ تَسْمِيَتُهُمْ أَهْلَ السُّنَّةِ نَاصِبَةً.
Râfızanin alâmeti ehli sünneti nâsıbe diye isimlendirmeleridir.
وَلَا يَلْحَقُ أَهْلَ السُّنَّةِ إِلَّا اسْمٌ وَاحِدٌ وَيَسْتَحِيلُ أَنْ تَجْمَعَهُمْ هَذِهِ الْأَسْمَاءُ
Ehli Sünnetin ancak bir ismi vardır bu isimlerin tamamının onlarda bulunması imkansızdır.
قَالَ أَبُو مُحَمَّدٍ: وَسَمِعْتُ أَبِي وَأَبَا زُرْعَةَ يَأْمُرَانِ بِهِجْرَانِ أَهْلِ الزَّيْغِ وَالْبِدَعِ يُغَلِّظَانِ فِي ذَلِكَ أَشَدَّ التَّغْلِيظِ , وَيُنْكِرَانِ وَضْعَ الْكُتُبِ بِرَأْيٍ فِي غَيْرِ آثَارٍ , وَيَنْهَيَانِ عَنْ مُجَالَسَةِ أَهْلِ الْكَلَامِ وَالنَّظَرِ فِي كُتُبِ الْمُتَكَلِّمِينَ , وَيَقُولَانِ: لَا يُفْلِحُ صَاحِبُ كَلَامٍ أَبَدًا.
34. Ebû Muhammed dedi ki : Babamı ve Ebû Zur’ayı Bidat ve Zeyğ ehlini terk etmeyi emrederken ve bundan şiddetli bir şekilde sakındırırken Eser olmadan Rey ile kitap yazmayı inkar ederken Kelam ehlinin meclislerinden, orada oturmaktan nehyederken , Kelamcıların kitaplarına bakmaktan (okumaktan) nehyederken ve Kelam Ehli İflah olmaz derken işittim.
قَالَ أَبُو مُحَمَّدٍ: «وَبِهِ أَقُولُ أَنَا»
Ebu Muhammed dedi ki : Bende böyle diyorum.
وَقَالَ أَبُو عَلِيِّ بْنُ حُبَيْشٍ الْمُقْرِئُ: «وَبِهِ أَقُولُ»
Ebû Alî bin Hubeyş el Mukrî dedi ki :
Bende böyle diyorum.
قَالَ شَيْخُنَا ابْنُ الْمُظَفَّرِ: «وَبِهِ أَقُولُ»
Şeyhimiz İbnul Muzaffer dediki : Bende böyle diyorum.
وَقَالَ شَيْخُنَا يَعْنِي الْمُصَنِّفَ: «وَبِهِ أَقُولُ»
Şeyhimiz Turaysi dedi ki : Bende böyle diyorum.
وَقَالَ شَيْخُنَا السَّلَفِيُّ: «وَبِهِ نَقُولُ»
Şeyhimiz es- Selefî dedi ki : Bende böyle diyorum.
___________________________________________
الحمد لله رب العالمين
Allah’ın izniyle konu ve kavramlar hakkında malumatlar gelecek.
Allah bu akide ile Rabbimizin huzuruna çıkmayı nasip etsin.
Allah okuyanlara faydalı kılsın.
Küfür, Şirk, Fısk, Zulüm, Bidat, Nifak İfadeleri Hakkında
٢٦٣٥ – حَدَّثَنَا مَحْمُودُ بْنُ غَيْلَانَ، قَالَ: حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، عَنْ سُفْيَانَ ، عَنْ زُبَيْدٍ ، عَنْ أَبِي وَائِلٍ، عَنْ عَبْدِ اللهِ بْنِ مَسْعُودٍ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «سِبَابُ» الْمُسْلِمِ فُسُوقٌ وَقِتَالُهُ كُفْرٌ.
Bize Mahmûd bin Ğaylân tahdis etti dedi ki : Bize Vekî’ tahdis etti, O, Sufyân’dan, O, Zubeyd’den, O, Ebî Vâil’den, O, Abdullâh bin Mes’ûd’den (رضي الله عنه) Rasûlullâh (صلى الله عليه وسلم) dedi ki :
“Müslümana sövmek fısk, onunla savaşmak küfürdür.”
Ebû İ’sâ et- Tirmizî (رحمه الله تعالى) dedi ki :
هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ.وَمَعْنَى هَذَا الْحَدِيثِ قِتَالُهُ كُفْرٌ، لَيْسَ بِهِ كُفْرًا مِثْلَ الِارْتِدَادِ، وَالْحُجَّةُ فِي ذَلِكَ مَا رُوِيَ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُ قَالَ: مَنْ قُتِلَ مُتَعَمَّدًا فَأَوْلِيَاءُ الْمَقْتُولِ بِالْخِيَارِ، إِنْ شَاءُوا قَتَلُوا وَإِنْ شَاءُوا عَفَوْا، وَلَوْ كَانَ الْقَتْلُ كُفْرًا لَوَجَبَ، وَقَدْ رُوِيَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ وَطَاوُسٍ وَعَطَاءٍ وَغَيْرِ وَاحِدٍ مِنْ أَهْلِ الْعِلْمِ قَالُوا: كُفْرٌ دُونَ كُفْرٍ، وَفُسُوقٌ دُونَ فُسُوقٍ.
Bu hadîs hasen sahîhtir, Hadîsteki “onunla savaşmak küfürdür” ifâdesi irtidad (dinden çıkma/dönme) küfrü gibi değildir, bunun delili Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet edilen şu hadîstir : Kim kasten (müslümanı) öldürürse Maktûl’ün (öldürülen kişinin) velîleri muhayyerdir (kısasta serbesttir) ister katilinde öldürülmesini isterler, ister onu affederler. et- Tirmizî رحمه الله تعالى dedi ki : Eğer müslümanı öldürmek kişiyi kâfir yapsaydı, Kâtili öldürmek vâcip olurdu. İbn Abbâs, A’tâ, Tâvûs ve Bazı ilim ehlin’den şöyle dedikleri rivayet edildi : Küfrün altında küfür, Fısk’ın altında fısk.
(Süneni Tirmizî 2635 no’lu rivayet)
Kişinin Babasını inkâr etmesi , Kâhine veya Arrâf’a gitmesi, Cenazeler’de saç yolup vâveyla ile ağlaması, Muslumanı (cehlen) tekfir etmesi, Müslümanı düsman edinmesi, (hükümde) Rüşvet alması, Allah’ın indirdiği ile hükmetmemesi, Riya (gösteriş ile amel etmesi), Zevcesine arkadan yaklaşması, Zevcesine hayızlı iken yaklaşması, İhanet etmesi, Namazı vakti (ilim ehlin’den bir tâifeye göre) çıkasıya kadar terk etmesi, Kölenin efendisinden kaçması ve bunlar gibi bâzı ameller daha var ki bunlar küfrun dûne küfür sayılmıştır, Yani kişi Millet’den/ Dinden çıkarmayan küfür.
Netîce :
Her Küfür, Fısk, Zulüm, Şirk, Bid’at, Nîfâk ifadeleri kişiyi Millet’den/ Dinden çıkaran anlamında değildir. Kişi bu konuyu anlamadan hüküm verme işine girişirse sapıtır.
Allâhu Alem
الحمد لله رب العالمين.